Şükrü Erbaş’ın kaleminden Nida Ateş

Şükrü Erbaş’ın kaleminden Nida Ateş
yazdır
paylaş
yorumlar
yorum ekle
 

12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
Bu Konu 17-Numaralı Katagoride -
Eklenme Tarihi : 2014-05-07 - 18:46 - Bu haberi 1252 kişi okudu.


Nida Ateş her bir harfe, her bir heceye saygılı sesiyle 10 Mayıs Cumartesi akşamı Jeansanat Sahne’de

Sesi Kısılmışların Hançeresinden Çıkan Bir Ses: Nida Ateş             


Önce, her yerde bulabileceğiniz ansiklopedik türden birkaç bilgi… 1970 yılında İstanbul’da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nden 1991 yılında mezun oldu. Halk ozanı olan babası Sait Ateş’ten etkilenerek başlayan bağlama çalma ve türkü söyleme ilgisi bugün, halk müziğimizin çok özel bir sesiyle buluşturuyor bizi. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli konser ve festivallere katıldı. 2003 yılında Erkan Oğur ve Okan Murat Öztürk’ün yönetmenliğinde hazırladığı Ömür Bahçesi adlı solo albümü Kalan Müzik etiketiyle yayınlandı. Aynı yıl Kalan Müzik’den yayınlanan Asker Türküleri ve Mapushane Türküleri adlı karma albümlere birer kayıtla katıldı. 2011 yılında Yâre Sebep albümü çıktı.


Bazı sesler vardır, dinleyeni kışkırtır. Bizi, olağan olana karşı bir eyleme davet eder. Bir çeşit düzen bozucudur. Acelecidir. Gücünü, hareketli oluşundan alır. Yeni olanla bizi büyüler. Alışık olmadığımız bir eda ile bizi meraklı bir cezbeye sürükler. Elbette iyi ederler böyle yapmakla bu sesler. Çünkü sıradanlık öldürür. Ve nasıl eski olmadan yeni olmazsa, bu yeniler olmadan da geleceğin eskisi olmaz. Ne diyordu Breton, “kimsenin geçmediği yere geçmek istiyorum.” Böyle bir tutkuyla mesafe alır bu sesler. Vardığı yerde buldukları mı… hem bir mucizedir, hem bir şaşkınlık, hem de yaratıcılığın kaynakları adına bir sevinç: Farkında olarak, olmadan, vardıkları yerde buldukları insanın ilk sesleridir; kendilerinden önceki büyük yaratıcılardır; insan çığlığının acemi güzellikleridir…


 


Bazı sesler vardır, gözlerimizi içimize çevirtir. O çoktan unuttuğumuz derinlerimize bakmaya çağırır bizi. Hani Canetti, “bazı cümleler zehrini yıllar sonra akıtır” der ya, işte bu bazı sesler de, ölü toprağı serpilmiş canımıza, dinlerken çok farkında olmadığımız bir zehir akıtırlar. Biz ilk anda fark edemesek de, zamanın damarlarından bizim damarlarımıza akan bir panzehir olduğunu usul usul anlarız bu seslerin. Bu biraz vakit alır ama anlarız. Özdemir Asaf’ın, “Vurdun, acısı geçmedi / Biliyorum geçecek / Ama öyle ağır konuştun ki / O gittikçe gerçek” dediği türden seslerdir bunlar. Tuhaf bir şekilde, hem çok aşinadır, hem de biz ondan şu ya da bu nedenle epeyce uzağa düşmüşüzdür. kumaşa yayılan mürekkep lekesi gibi sessizce, telaşsız, biz uyurken yatağımızı dolduran ay ışığı gibi dingin, ruhumuza yayılıverirler. Uyandığımızda birden her şey bir incelikle donanmıştır. Bunaldığımız ne varsa, Hatayi’nin, “yarelerim hoş görünür gözüme” dediği türden bir yücelikle, şefkatle kucaklamaya başlar bizi. 


Eski sandığımız hayatımız, birden hiç de yabancısı olmadığımız bir yenilikle kalbimizde halkalanıp durmaktadır. Kederimiz dillenmiştir. Sesler, harfler sadece kalbimizde değil, bedenimizde de çiçeklenmeye başlamıştır. Hani Karac’oğlan, “âşığız can bulur söz ağzımızda” der ya, tam da bu türden bir can buluruz. 


 


Sormuşlardı bir söyleşide, türkülere tutkum nedeniyle, şöyle yanıtlamıştım: “Türküler, masallar, halk hikâyeleri, benim çağdaş edebiyata açılan kapılarımdır. Mazlumu anlamayı ve sevmeyi türkülerden öğrendim ben; şiirin çapağını ayıklamayı, ritim duygusunu, sesin önemini, imge kurmadaki cesareti, tevazuu, derdini ortaya koymadaki hesapsızlığı, içtenliği sanata dönüştüren yalınlığı, duygunun simyasını, küçük hayatlar olmadığını, kendi olabilme erdemini, sözün kusursuzluğunu, acıyı iyiliğe dönüştüren dünya sevgisini, halkın ortak bilinçaltını… Bütün bunlar kimi etkilemez? Türkünün mayasında kötülük yok ki şiire ya da bir başka şeye düşmanlık etsin; şiiri şiir olmaya zorlar olsa olsa. Benim türküm, sesi kısılmışların hançeresinden çıkar, varır çağdaş bir dünya masalına ulanır.”


Uzatmadan, benim âcizane tanımlamaya çalıştığım ikinci türden bir ses; sesi kısılmışların hançeresinden çıkan bir ses; ana rahminin türküsünü flamenko müziği ile, bluesun dünyayı sevdiren hüznü ile buluşturma hevesi ve emeği olan bir ses konuğumuz bu akşam… Halil Cibran, “ben ustamın ustası, çırağımın çırağıyım” der ya, işte benim, türkü söylemesem de çırağı olduğum bir ses konuğumuz. Kırmadı geldi. Kırmadınız siz de geldiniz. Çığırından çıkmış şu günlerde Nida’nın her bir harfe, her bir heceye saygılı sesiyle hep birlikte arınacağız…


 



Kaynak: JEAN SANAT Google

BENZER KONULAR


Bodrum Müzik Festivali’nde Karsu İle Senfonik Bir Akşam

Bodrum Müzik Festivali Fazıl Say ve Nil Venditti Yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası’nın Görkemli Konseriyle Başladı

M. Sinan Ümit, “Çınarlı Dürüst, Mert ve Cesur Bir İnsandı”

Gevale Kalesi Tarihe Işık Tutuyor

Gizem Dolu Bir Hikaye "Son Kamelya"

Kul Remzi Kitabını İmzaladı

Abdürreşid İbrahim Efendi ve Şair Mehmet Çınarlı

Nasreddin Hoca’yı Ayağa Düşürmeyin

TYB’de Ödüllü Kısa Film ve Belgeseller Değerlendirildi

Başkan Altay Saraybosna KOMEK Sergisinin Açılışını Yaptı

Ziyaretçi Yorumları

  • Bu Habere Henüz Yorum Eklenmemiş.
yorum ekle
İsminiz
:
E-Mailiniz
:
Yorumunuz ()
:
Güvenlik kodu
:
51601
Güvenlik kodu giriniz
:

KÜLTÜR-SANAT

İŞ DÜNYASI

TEKNOLOJİ

EĞİTİM

DÜNYA